Davutoğlu: Ben öyle bir söz söylemedim

Başbakan Davutoğlu “Başkanlık sistemini savunursam kendimi inkâr etmiş olurum” şeklinde bir cümle kurmadığını açıkladı.

Davutoğlu, Doha’da bir otelde gazetecilere özetle şu açıklamalarda bulundu:

- Cumhurbaşkanımızın Zagreb’de yaptığı açıklamada partili cumhurbaşkanlığı ve benzeri alternatiflerin de olabileceğini söyledi. Sizin bu farklı alternatifler konusunda çalışmalarınız var mı? Ayrıca Sayın Cumhurbaşkanının AB ile ilişkiler konusunda eleştirileri oldu.

Bir gazeteci arkadaş tarafından beni hayrete düşüren bir soru sorulmuş. Güya ben demişim ki başkanlık sistemini savunursam kendimi inkar etmiş olurum. Böyle bir şey kesinlikle yok. Böyle bir ifadem olduğunu bulsun birisi çıkarsın ben özür dilemeye hazırım. Olsaydı da hiç çekinmeden söylerdim. Şanlıurfa’da gençlerle buluştuğum zaman, gençler ‘Siz Başkanlık olursa kendiniz ile ilgili kaygı duyuyor musunuz?’ diye bir soru sordular. Ben de ‘Ben 12 Eylül Anayasası’na hayır oyu vermiş biri olarak bu anayasayı savunmam halinde kendimi reddetmiş olurum. Aksine başkanlık da dahil bu anayasanın tümden değişmesinin gerekli olduğuna inanıyorum’ dedim. Parti olarak başkanlık sistemini savunduk ve savunuyoruz.

AB ile ilişkilere gelince. AB ile ilişkilerimizin geçmişinde karşılıklı güven sorunu yaşadığımız çok süreçler yaşadık. Sayın Cumhurbaşkanımızın kaygılarının bu anlamda olması doğal. Vize muafiyetini uygulamazlarsa biz de geri kabul anlaşmasını uygulamayız.

ERGENEKON 'PARALEL'İN ZULMÜ

- Ergenekon kararı içinize sindi mi?

Türkiye’de bazı şeyler ifrat tefrit arasında gidiyor. Bu ikisi arasındaki tutumlar Türkiye’nin normalleşmesini engelliyor. 2003 ve sonrasında AK Parti iktidarına karşı bir hareketlenme var mıydı? Evet vardı. Bu hareketlenme milli iradeye karşı bir eylem niteliğinde miydi? Evet. 27 Nisan e-muhtırası bunun açık göstergesidir. Bu işin bir yönü. Peki Ergenekon davası altında bir sürü masum insan bu davanın içine sokuldu mu? Evet sokuldu. Bunu kim yaptı? Bunu paralel çete yaptı. Dava doğru bir zeminden alındı. O kadar gereksiz insanlar bu işin içine sokuldu ki, bir anda bütün o dava özünü kaybetti ve zulüm aracı haline dönüştü. İfrat da orada ortaya çıktı. Şimdi şöyle deniyor. Ergenekon diye bir şey yoktur deniyor, ya biz bunları yaşadık. Ergenekon ve paralel yapı benzeri seçilmiş iktidarı hedef alan kim olursa, buna karşıda mücadele etmemiz lazım. İkisi de aynı ölçüde illegal yapılardır.

ŞİDDETE İZİN VERMEYİZ

-Meclis Anayasa Komisyonu’ndaki kavga?

Birileri şiddet kültürüne alışmışsa artık o şiddet her mekana girer. Sadece milletvekilleri yok orada, danışmanlar da salona giriyor. Danışmanların salona girmeye ve terör estirmeye ne hakkı var. Bir teklifi bir tasarıyı beğenmeyebilirsiniz. Gelir tartışırsınız konuşursunuz. Burada da söz talep eden hiç kimse engellen mi? Hayır. Kim ne istiyorsa Meclis’te konuşsun. Ama şiddet uygulamaya kalkarsa buna izin verilmez. Dokunulmazlık meselesi ise; bakın çok ilkeli bir tavır sergiledik. Onlar dediler ki dokunulmazlıkların tümü kalksın. 25’inci dönemde kendileri dilekçe verdiler dokunulmazlığımız kalksın diye. Şimdi sanki kendilerine baskı uygulanıyormuş, siyasetten soyutlanacaklarmış gibi bir intiba vermeye çalışıyorlar. Meclis, yargı sürecinin işlemesi için izin veriyor. O süreç sonunda beraat edebilir, suçlu bulunabilir veya yargı süreci içinde Meclis çalışmalarına yine katılabilir eğer yargının başka bir kanaati yoksa, yargı başka bir karar vermezse. HDP dışarıdaki şiddet kültürlerini Meclis’e yansıtmaya çalışıyor. Buna izin verilmez. Burası onların at oynatabileceği mekan değil.


YASAMA ‘TUTUKLAYIN’ DEMİYOR

- Muhalefet eğer anayasa değişikliği geçerse polis her an bir milletvekilini gözaltına alabilir diyor. Bununla ilgili bir önlem düşünüyor musunuz?

Yasama diyor ki: ‘Şu anda bekleyen bütün fezlekelerle ilgili yargı süreci işleyebilir.’ Şunu demiyor: ‘Şu şu şu milletvekilleri suçludur tutuklayın.’ Yasama, sadece dokunulmazlığı kaldırıyor ve yargı sürecinin işlemesine izin veriyor, hüküm vermiyor. Ama Türkiye’de daha önce yaşanan tecrübeler de göz önünde bulundurularak, yargımızın daha önce de yaşanan süreçleri dikkate alarak, ortaya çıkacak tabloya karşı en doğru yöntemi benimseyeceğine inanıyorum. Bu işin böyle kapsamlı bir boyuta gelmesini muhalefet de istedi.

- Birinci Dünya savaşının ortaya koyduğu Sykes Picot düzeni yıkılmakta mı? Yeni bir düzen arayışı… Bu bölgenin liderlerinde, politik hareketlerinde bir şey var mı, kendinizi çok mu yalnız hissediyorsunuz? Türkiye’nin dış politikasını belirlerken en çok nerede zorluk çekiyorsunuz?

Bu konuda çok çalışmış birisi olarak söylüyorum: Yüzyıllık parantez bir yerde kapanmak durumunda. Kutû’l Amâre sadece askeriyede kutlanıyordu. Benim içimde de bir ukdeydi. Sayın Cumhurbaşkanımızın himayesinde ilk kez kutlanmış oluyor. Kutû’l Amâre savaşı benim için Ortadoğu’nun Çanakkale savaşıdır. Çünkü Çanakkale’de İstanbul savunuldu. Kutû’l Amâre’de Bağdat savunuldu ve muhteşem bir zafer kazanıldı. Beni etkileyen yön; Türk, Kürt, Arap, müslim, gayri müslim, Keldani, Suryani, Sünni, Şii... Herkesin bir arada olduğu bir savaştı. Ben-i Temim... Şeh Temim’in kabilesi, onlar da oradaydı. Hep söylüyorum ya Kutû’l Amâre kazanacak ya Sykes Picot. Sykes Picot Kutû’l Amâre’den bir süre sonra yapıldı.

Bütün meselemiz, Arap Baharının öncesinden de sonrasında olabilecek her aktörle konuşup bölgeyi bütünleştirmek, kader birliği oluşturmak. Etnik temelli politika izlesek, Kuzey Irak’taki Kürt bölgesiyle aramız bu kadar iyi olmazdı. Mezhepçi politika izlesek Allavi ile aramız bu kadar iyi olmazdı. Arap Baharı büyük bir şans doğurmuştu.

TARİHİ AKIŞI DURDURAMAZLAR

Bu şans maalesef Esed rejiminin gayri insani suçlarının mukabele görmemesi ve Mısır darbesiyle rüzgar değişti. O büyük ümitler sarsıldı. ‘One Minute’ ile Sayın Cumhurbaşkanımızın nasıl ses getirdiğini düşünün. Arap Baharı’nın yok edilmesinin gerekçesi de bu ilgiydi. Türkiye’nin bir başarı hikayesinin tekrar etmesinden korktular. Bölgedeki statükocu aktörleri güçlendirerek bunu yaptılar, bu bazen Esed oldu, bazen Sisi. Tarihin akışı geciktirilebilir ama durdurulamaz. Gün gelir Kutû’l Amâre ruhu kazanır.

- Laiklik meselesindeki tartışma sonlanmış gibi görünüyor. Cumhurbaşkanı en son bu konuyla ilgili yaptığı açıklamada İslam vurgusuna gerek yok dedi. Acaba bu konuda beyin jimnastiği mi yapıldı?

Günlerdir son derece önü açık şekilde farklı görüşlere sahip akademisyenlerin katıldığı, benim de kimine katıldığım fikri egzersizler yapıyoruz. En iyi metni nasıl çıkarırız diye tartışıyoruz. Olsun mu, olmasın mı noktasında çok fikirler ifade ediliyor. Çıkan metne bakmak lazım. Bazı manevi değerlere atıf olsun mu diye görüş belirten akademisyenler oldu, olmasın diyenler de oldu. Birçok çağdaş anayasada böyle atıflar var. Bunları da müthiş tansiyonu artırıcı hususlar olarak görmemek lazım. Biraz rahat olalım, Anayasa tansiyonla yazılmaz, sükunetle ve suhuletle yazılır. Her kelimeden her kavramdan ürkecek olursak çağdaş bir anayasa yazma şansımızı kaybederiz. Metnin en özgürlükçü olmasını arzu ediyoruz. Laiklikte ne 28 Şubat ne Ergenekon ne ondan önceki şeyler gibi otoriter yorumlarla değil, din istismarına ilişkin bir yorumu da önleyecek ortak bir mutabakata varmamız gerekiyor.