Yılmaz Erdoğan: Bu zamanın ruhu kentten köye göç

Ünlü tiyatro ve sinema sanatçısı Yılmaz Erdoğan, son filmi Ekşi Elmalar'ın dedesine karşı günah çıkarma olduğunu söyledi. Erdoğan, hakikat kavramıyla da yüz yüze geldiğini ifade etti.

Yılmaz Erdoğan'ın Hürriyet gazetesinden Cengiz Semercioğlu'na verdiği yazılı söyleşi şöyle:

“Münaşaka” diye bir oyun hazırladın. Bu yıl ilki düzenlenecek İstanbul Komedi Festivali’nin kapanışında mı sahneleyeceksin ilk?

- Evet, kapanışında başlıyorum, 20 Kasım’da. 12 yıl aradan sonra ilk oyunum. Çocuklar öyle dedi, ben saymıyorum.

İki kişilik oyun mu?

- Tek kişilik. Aslında iki kişilik ama iki karakteri de ben oynuyorum.

Biraz bahseder misin oyundan?

- “Cebimde Kelimeler” oyununda kendimi ve dünyayı nasıl algıladığımı anlatıyordum, bu oyun da yine aynı. Ama çağ değişti. Merak edilen bir sürü konu var ya hakkımda; “Çiftliğe mi gitti, organik pazara mı gitti”, hepsini anlatan, 12 yıl boyunca neler olduğunu anlatan bir oyun.

Tam da Erdal Beşikçioğlu’nun “Yılmaz Erdoğan oyun yazsa da oynasak” dediği bir döneme denk geldi...

- Öyle mi söyledi?

Geçen yıl söylemişti. “Artık iyi oyun yazılmıyor. Keşke Yılmaz oyun yazsa da BKM’de oynasak” diye bir lafı vardı.

- Tabii o çok kişili oyunlardan bahsediyor herhalde.

Sen yine bencillik yapıp tek kişilik oyun yazdın. Peki neden bu kadar ara verdin tiyatroya?

- Ben film yapıyorum. Hakikaten hesap edemiyorsun ki... Sinema çok zaman alan bir şey. Aradan kaç film geçti. 12 yıl olduğuna göre, 2004’te bitirmişim yani. 2005’te “Organize İşler” çıktı düşün. Vizonteleler, Neşeli Hayat...

12 yıl sonra tiyatroya döndüğüne göre belki geniş kadrolu bir oyun da yazarsın...

- Valla bu ara sinema tam gaz gidiyor. Bilmiyorum, hatta bir müzikal yapsak ne güzel olur düşüncesindeyim ama...

"KİLİT NOKTA İNGİLİZCE PROJE"

Nefis olur, yazsana hakikaten!

- Dur, dur. Tek kişilik oyun yazdım. Daha fazla üstüme gelmeyin. Bir döneyim tiyatroya da ondan sonra bir oyun hazırlamak istiyorum.

Sinemada uluslararası çapta bir şey yapma fikrin var mı? Russell Crowe’un filminde oynadın, “Kelebeğin Rüyası”na Amerika’da güçlü PR yapıldı ama daha büyük bir ortak projeden bahsediyorum...

- Şimdi benim durumumdaki yönetmenler için buradaki kilit nokta, ‘İngilizce yapacak mısın, yapmayacak mısın’ meselesi. Aslında bilmiyorum. Bazı projeler var, taslaklar var bununla ilgili ama... Görelim bakalım zaman ne getirecek...

BKM bunu yapabilecek kadar büyümedi mi?

- “Kelebeğin Rüyası” zamanında birkaç proje gelmişti, yönetmen olarak çekmemi istediler. Ama dikkatimi çeken, heveslendiren bir şey çıkmadı. Çıkarsa çekerim. Aslında İngilizce projenin ne olduğuna bakıyor iş. O da çok köklü bir karar alıp, o yolda gitmekle ilgili. Şu an biz burada başka şeyler inşa ediyoruz. BKM şimdi bir üst seviyeye geçti. Senede 10-12 film çeken bir firma oldu.

Sen şirketin neresindesin? Bütün BKM filmlerinin senaryo okumasında, kast oluşturulmasında görev alıyor musun?

- E tabii... Ağırlıklı olarak Necati Akpınar yapar o işi ama ben de ilgileniyorum. Necati Akpınar bizim patronumuz, ben de genel sanat yönetmeniyim. Son noktada senaryoları ben de okurum, ben de onaylarım. Genelde de hepsini okurum, düzeltmeleri yaparım. Raporlarını yazarım “Şurası böyle olsun, daha iyi olur” diye.

Hayır dediklerin çekilmez mi?

- Ben veya Necati Abi derse çekilmez.

Bu yıl kaç film vardı?

- 10 sanırım. İki tane ben çektim.

İlki bu hafta sonu vizyona giren “Ekşi Elmalar”. İkincisi hangisi?

- “Haybeden Gerçeküstü Aşk”! Dört çift çok güzel oldu.

Zamanında Demet Akbağ’la oynadığınız iki kişilik oyun. Metin aynı mı?

- Hayır, oynadım üzerinde. Günümüze uyarladım. Oyunda olmayan bir-iki sahne var. Güzel oldu ama. Dört değişik çiftin başından geçen olaylara dönüştü. Yakında onun fragmanı da çıkar.

Köyceğiz’i biraz da sete mi dönüştürdün? “Kolonya Cumhuriyeti”ni çocukları toplayıp çekmişsin diye duydum ben.

- Evet, bahçemde çektim.

Plato mu kurdun oraya ne yaptın?

- Ben 2014’te Russell Crowe ile Fethiye ve Kayaköy’de film çekerken bir at çiftliğinden bahsettiler sette. Baktım çok güzel, beğendim ve aldım. Orada yaşıyorum. Bazı filmleri kendi bahçemde çekiyorum.

Herkesin özendiği bir hayat. Yıllarca İstanbul’da keşmekeşin içindeydin. Bu hayata geçmek zor olmadı mı? Radikal bir karar değil mi?

- Bu yeni bir karar değil. 10 yıldır böyle bir arayıştaydım. Mürefte’de, Çeşme tarafında bile yer baktım. Şehir her anlamda çok sıkıştı. Sırf trafik cinneti bile uzaklaşmak için bir sebep. Tabii gidince de aldığım kararın ne kadar doğru olduğunu anladım. Toprakla ilişkisini unutan insan, aslında hiç hatırlamaması gereken bir sürü şeyi hatırlıyor. Geriye stresten başka bir şey kalmıyor. Dolayısıyla ben bu zamanın ruhunun kentten köye göç olduğunu ve bunun sadece bana has bir şey olmadığını düşünüyorum. Hatta Kafa dergisine de bir yazı yazdım. Bana gelen, geri dönen geniş çaplı reaksiyonlarda bile onu görüyorum. Herkes bir kıvılcım bekliyor aslında. Şehirli adam her yaz tatile gittiğinde “Ya şuradan bir yer alsak” der ya... Çünkü çocuklarımızı tonla para verip okullara gönderiyoruz ama domatesin bitkisini görünce tanımıyorlar. Dolayısıyla hayattan kopuş var. Kendim için de, çocuklarım için de iyi bir karar. Mesela Rodin’in de orada öğrendiği kadar okulda öğrendiğini sanmıyorum.

Rodin yazın orada kalıyor değil mi?

- Evet, 3 ay boyunca toprakla iç içe...

Şimdi kışları Londra’da, yazları Köyceğiz’de mi olacak?

- Evet. Böyle devam edecek.

Elinde çapayla bir fotoğrafın vardı. Günlerin böyle mi geçiyor? Ne ekip biçiyorsun?

- Öyle bir mesaim var. Aklına ne gelirse, her şeyi ekiyoruz. Yerfıstığı mesela.

Sıkılmıyor musun orada? Arkadaşların mı geliyor? Neler oluyor?

- Galiba Schopenhauer’un bir sözüydü. Geçenlerde okudum. “İnsan neslinin iflası, can sıkıntısıdır’’ gibi bir şeydi. Can sıkıntısı köyde çok duyduğum bir laf değil. İnsanın canı neden sıkılır ya da canı sıkılınca ne yapar? AVM’de sinemaya veya yemeğe gider. Aynı insanlar, aynı yüzler. Bir araya gelip başkalarından söz eden insan grupları. Asıl sıkıcı olan bu. Köyceğiz’de hiç sıkılmıyorum. Bir de orası çiftlik. Çalışıyoruz orada, iş bitmiyor ki. Tembeller sıkılır. Çalışan adam sıkılır mı? Ayrıca ben yazarım. Boş vaktim nasıl olsun?

Çiftçilik mi yazarlık mı?

- Çiftçi yazar!

Kaç dönüm arazin var orada?

- 100 dönüm.

O kadar büyük arazide ürettiklerini ne yapıyorsun? Satıyor musun? Bir ekonomi dönüyor sonuçta orada, o kadar çalışan olduğuna göre...

- Film çektiğimizde bile catering bizden. Herkes organik besleniyor. Bahçedeki ürünlerden besleniyoruz.

Ürün fazlasını ne yapıyorsun?

- Satmıyorum. Ama Uniq İstanbul’da BKM Mutfak’ın bir şubesini açıyoruz. Oraya gidecek ürünler. Toprağın bu kadar üretken olması çok şaşırtıcı bir şey. İnanılmaz geliyor bazen.

Senin bunu yapabilme lüksün var. Necati diye bir ortağın var işleri yürütüyor ve senin İstanbul’da durmana gerek yok. Ama bizim böyle bir lüksümüz yok...

- Bence bu bir lüks değil. Necati ile eskiden de iş bölümümüz böyleydi. Bütün finans, yönetim işlerimizi o yapıyordu. İnsanlar “Tabii senin tuzun kuru” diyorlar. Basın toplantısında da söyledim; tam tersi şehirde kalan adamın tuzu kuru. “Köyceğiz’de çay 1 lira, İstanbul’da 15 lira.” İstanbul’dan gelen birisi pazara gidiyor, fiyatları görüp “Bunlar delirmiş herhalde” diye düşünüyor. Çok ucuz hayat orada. İnternet çağında olduğumuz için de bir toplantıya katılmam gerekirse illa orada olmam gerekmiyor. Bu çağın ilişki biçimi için fiziken bir yerde olman gerekmiyor.

"ERKEK BABASI OLMAK DAHA ZOR"

Rodin’in futbol yerine neden sanatla, felsefeyle, bilimle ilgilenmesini tercih etmedin. Yetenek o yönde olduğu için mi?

- Önüne futbol topu da koyduk, film de koyduk ama topun peşini bırakmıyor. Ama yarın ne olur ne biter bilemeyiz.

Kız babası olmak mı daha zor erkek babası olmak mı?

- Erkek babası olmak daha zor sanırım. Çok daha hareketli çünkü. 24 saat futbol oynasan bıkmıyor. Berfin de futbolcuydu. Ama aşçılık okulundan mezun oldu geçen sene.

Baba-kız ilişkiniz nasıl? Büyüdükçe daha güzel değil mi? Seyahate git, otur sohbet et, eğlen...

- Hani çok değişik bir arkadaşlık. ‘Babarkadaş’ gibi bir şey. Birleştirilebilir ikisi. Baba olduğunu ne zaman hatırlıyorsun? Berfin’le mesela tüm zamanlar bir kere kavgamız var; “Saçların ıslak çıkma sokağa’’... Ama hani arkadaşlık yapma babanın çocuğa verdiği bir şey değil, çocuğun anne babaya verdiği bir kavram ve bunu da neden herkes yapmaz anlamıyorum. Ben çocuklarımla arkadaşlık etmekten çok mutluyum ama şartlarım da var: “Bana baba olduğumu hatırlatacak bir şey yapmazsanız, arkadaşlığımız çok nefis devam eder. Ama baba olduğumu unutursanız, ben hatırlatırım.”

Filmde Reis’in kızlarına söylediği, “Dünyanın sonu gelmiş babanıza niye haber vermiyorsunuz” lafı da çok güzel. Gişeniz bol olsun...

- Gişelerin bol olması çok sevindirici olur ama biz filmleri tüm zamanlara yapıyoruz. “Vizontele”nin gişesi bol oldu ama BKM bir şey kazanmadı. Sonra TV haklarıyla BKM’ye para kazandırdı. Dolayısıyla uzun yaşar mı yaşamaz mı, filmlerimle alakalı. Ne kadar uzun yaşarsa o kadar iyi. Çünkü vizyonda elimizden geleni tabii ki yapacağız ama o hafta çok güneşli olunca filmin aleyhine oluyor.

"Darbeler bitse de yazmasak artık"

“Ekşi Elmalar”da yine bir Hakkari hikayesi var ve dedeni anlatıyorsun...

- Tam olarak dedemi anlatmıyorum aslında. Benim esinlendiğim şey teyzelerim. Ama onların hikayesi değil. Öyle dersek, insanlar bizim hikayemiz öyle miydi böyle miydi tartışmasına girerler.

Ama deden de belediye başkanıydı değil mi?

- Evet. Yani kökler doğru ama filmde olumsuz bir şey görürseniz onları ben uydurdum. Olumluları gerçek hayattan aldım.

Aile kızıyor mu peki? “Vizontele”de de anlattın çünkü.

- O zaman da böyle demiştim. Gerçek hikaye dediğin zaman her şeyin gerçekten öyle olması gerekiyor. Ben bütün hikayeleri esinlenerek yazıyorum. “Neşeli Hayat” da öyleydi. Hâlâ yaşayan insanlar var, onların hayatları var, bu yüzden yanlış anlamasınlar yani.

Teyzelerin galaya da geldi zaten...

- Evet. Ama mesela dedemler dokuz çocuklu bir aileydi, ben üç kız kardeşli bir aile anlattım.

Filmde 80 darbesinin altüst ettiği bir aile, bir adam var. Olaylardan sonra Antalya’ya göç ediyorlar...

- Aslında 77 senesinde iki dönem başkanlık yaptıktan sonra seçimi kaybedince başlıyor hikaye.

Ama sonra 12 Eylül darbesi oluyor ve hikaye başka bir yola girmiyor mu?

- Darbe ve sonra olanlar. İçinde göç de olan bir hikaye.

"İlk yazdığım oyunda darbe karşıtıydı"

15 Temmuz’dan sonra sen de darbe karşıtı mitinglere katıldın. Olaya karşı sesini yükselttin. Bu konudaki duruşun zaten net ve bunu da biliyoruz. Ne diyorsun?

- İlginç bir şekilde hemen hemen her yazdığım şeyde bir darbe karşıtlığı var. 12 Eylül benim tam gelişme çağımda yaşandı. Ben orta 2’den orta son sınıfa geçiyordum ve bilincimde çok köklü bir yeri var. Darbe sırasında Hakkari’deydim ama Ankara’da okuyordum. Ben Ankara’dan başka bir yerde okumadım zaten. Yani dolayısıyla darbenin her çeşidine, ne zaman yapılırsa yapılsın karşıyım. Hatta benim ilk yazdığım oyun da darbe karşıydı; “Kanuni Sultan Süleyman ve Rambo”... 1987’de yazmıştım onu. Bu ülkede belki de darbe karşıtı ilk şeydi. Osmanlı döneminde geçiyormuş gibi, Amerika’nın yaptığı bir darbeymiş gibi bir hikayeydi. Yani ilk yazdığımda da vardı, “Ekşi Elmalar”da da var. Şu darbe konusu kapansa da yazmasak artık. Ama bugün 15 Temmuz bambaşka bir olay. Birilerinin yine darbe yapmaya kalkışması değil, halkın buna geçit vermemesi. Kahramanca bir mücadeleyle karşı çıkması. Bunu çok önemsiyorum.

15 Temmuz’dan sonra OHAL sürecinde de Hakkari direkten döndü. İl olmaktan çıkarılacaktı. Bu konu üzerine gidip Başbakan’la yaptığın bir görüşme var. Ve sonra karar geri alındı, Hakkari il olarak kaldı.

- Bence orada örnek bir davranış oluştu. Hakkari’den gelen herkes çok nezaketli bir şekilde tepkilerini sundular. Bağırmadan çağırmadan taleplerini ilettiler. Karşı taraf da bunu dinledi ve çok örnek bir ilişki oldu. Ben de bu yüzden çok mutlu oldum. Çünkü çok ciddi bir üzüntü oluşmuştu insanlarda. Böyle bir şeye katılmış olmak önemli ama sonuç almak çok güzel.

Son dakikaya kadar neden bekledin peki? Baskılardan dolayı mı gitmek zorunda kaldın Başbakan’a, yoksa randevu süreci mi uzadı?

- Yoo, ben düşünmeden hemen tepki gösteren biri değilim. Ne oluyor, amaç ne, karşı taraf ne diyor, niçin böyle diyor diye değerlendirmeler yapıyorum. Sonuçta yapılan somut eylem de, Meclis’e gitme fikriydi ve ben de katıldım.

"Bir tane evim var"

Merak edersin, bir yola doğru gidersin. Ya da merak edersin tam aksi bir yola gidersin ama…

- Bu da benim gittiğim yol. Herkes başka yola gidebilir ama bana sorarsan bir adamın ruhani konularla alakalı ne söylediği değil, kendisindeki değişime bakmak lazım. Bu dini konuları yanlış çerçevede tartıştığımızı düşünüyorum. Giriyorsun internete, bir ayetin 40 farklı meali önüne düşüyor. Eskiden böyle imkanlar yoktu. En temel kitaba bile ulaşamıyorduk. Yani şimdi Kuran deyince benim aklıma cömertlik geliyor. En çok konuşulan yasaklar ve kısıtlamalardan çok daha fazla sayıda infak (yardımlaşma), paylaşma, cimrilik etmeme üzerine kararlı bir vurgu var.

Sen geçmişe göre daha mı paylaşımcısın?

- Allah’a şükür eskiden beri tatlıyımdır bu konuda. Aslında etrafıma sormak gerek. Tutmayı, biriktirmeyi sevmem.

Yatırım olarak ne yaparsın? Bina alayım falan mı dersin?

- Yok yok. Hiç yapmadım. Senede 10 tane film yapıyorsan neyi nereye yatıracaksın zaten? Film yapıyoruz biz. Ekipleri büyütmeye çalışıyoruz. Rant bazlı bir girişimim hayatımda olmamıştır. Bir tane evim var, o da senin üst katında zaten...

"Hakkari'nin kurtuluşunu dedem 60'larda görmüş"

Hakkari’ye gidiyor musun?

- Uzun zamandır gitmedim. Gidemiyorum.

Senin doğduğun ev duruyor mu orada?

- Kısmen duruyordu ama artık sanmıyorum.

10 yıl önce yeğenin Ersin Korkut’la gittiğimizde bana doğduğun evi göstermişti. Dedenin teleferik projesi gerçek olsaydı, eminim Hakkari bambaşka bir yer olurdu. Gerçi seçimi de bu yüzden kaybediyor değil mi? Projesi uçuk bulunuyor...

- Evet, zaten bu filmdeki teleferik hikayesi benim bir tür günah çıkarmam. Yıllar önce rahmetli Sümer Tilmaç’ın Antalya’da bir mekanı vardı. Kardeşlerim Mustafa, Deniz ve ben oraya takılıyoruz. Ben yeni yeni bu işlere başlamışım. Hatta bize “Dalton kardeşler geldi” diye takılırlardı. Orada eski bir TRT’ci abi ile tanıştık, bana “Nerelisin?” diye sordu. Söyledim Hakkarili olduğumu. “Ya” dedi, “Orada 60’ların sonunda oraya teleferik yapmayı düşünecek kadar çılgın bir adam vardı. Tanır mısın?” Dedim “O benim dedem”... Fakat o zamanlar bile biz dedemin vizyonunun çok gerisindeydik. “Ne teleferiği yaaa” diye cahil cahil konuşuyorduk işte. Bu filmde kendisinden bir tür özür dilemiş oldum.

Filmde maketini falan yapıyor ya... Çok güzel anlatmışsın. Oraya zamanında öyle bir yatırım yapılsaymış gerçekten de bambaşka bir yer olurmuş...

- Meğer Hakkari’nin kurtuluşunu, çıkışını 60’larda görmüş dedem ama kimse ciddiye almamış. Bir de bu yüzden seçim kaybetmiş...

"Star oyuncuyaya değil iyi oyuncuya inanırım"

Star bir yönetmen, star bir oyuncu ve büyük bir yapım şirketinin patronu olarak oyuncuları seçmekte, istediğin oyuncuya ikna edebilmekte rahat mısın? Oyuncu seçerken gişe baskısı hissediyor musun?

- Ben star oyuncuya değil, iyi oyuncu diye bir tanıma inanıyorum. Star sizin taktığınız bir isim. Sektör içinde kimse kimseye “Vay star hoş geldin” demiyor. Ben ofise girdiğimde “Star geldi” demiyorlar. Yani, ben o rolün karşılığı olarak bu oyuncu mu diye bakıyorum. İsim olmuş, olmamışa değil. Aslında yeni bir film yapıyorsun, bu filmi bir yerlere ulaştırmak için şöhretli bir oyuncu elbette avantajlı ama bence öyle bir sorun da yok. İsim de olur, isimsiz de olur.

Ama sen daha kolay ikna edebiliyorsundur istediğin oyuncuyu...

- E tabii... Zaten neredeyse tamamı Mutfak’tan gelen oyuncular. Ama onların da hepsi meşhur ya da meşhur oldular. Bak mesela “Organize İşler”de arkada 40 tane oyuncu vardı, onları kimse tanımıyordu, şimdi hepsi meşhur oldu. O rolün karşılığıysa tamam. Zaten sonra filmle ünlü oluyor.

"Futbol takımı kurma niyetim var"

Sen futbol takımı kuracak mısın?

- Ya niyet var da yapmadık. Muğla’da bizden Ormanspor’un sponsorluğunu istediler, ben de canı gönülden kabul ettim. Çünkü benim futbolcu lisansım Ankara Ormanspor... Onların çok güzel bir basketbol takımı var 1. Lig’de. Kulüp otobüsünün üzerinde BKM yazıyor. Sadece basketbol takımına sponsor olup yardımcı oluyoruz.

Peki futbol takımı?

- Belki. Ama daha ona yönelemedik. O bayağı bir iş.

Nejat İşler’in Gümüşlükspor’unu takip ediyor musun?

- Ara sıra konuşuyoruz Nejat’la. Hatta Dalyan’da hazırlık maçları varmış, ona çağırdı. Ben de buraya geldiğim için gidemedim ama tabii ki destekliyorum. Çok emek veriyor Nejat.

Evet, oradaki çocukları da eğitiyor. Çocuklar kahvelere gitmesin, uyuşturucuya yönelmesin, bilgisayar başından kalksınlar diye acayip işler yapıyor Nejat.

- Yörede çok alkış alan bir tavır. Ben de destekliyorum. Biraz daha zaman ayarlarsam ben de gireceğim o işe.

"İmtihanın en kazık sorularından biri maddiyat"

Ekonomik özgürlük ya da belli bir gelir seviyesine ulaşmak yaratıcılığı öldürüyor mu? 2009’du sanırım sen en son şiir kitabını yazdığında. Eski güçlü söylemler çıkmıyor mu sonradan?

- Hayır, hâlâ çıkıyor ki elimde bir torba şiir var. Stüdyoda okuduk onları. Yaza doğru çıkaracağım şiir kitabını.

Maddiyat insanı değiştirmez mi?

- Maddiyat bir sınavdır. Kuran’da da belirtilir bu... İmtihanın en kazık sorularından birisidir. Sen orayla mesafeni iyi belirleyemezsen bu senin üreticiliğini tehlikeye atabilir. Ben şimdi maddiyata hiç önem vermiyorum falan diyemem. Evet beni etkilemedi doğrusu, fakat hayatın detaylarını kaçırmak gibi dezavantajları da var. Mesela 10 yıl otobüse binmezsen otobüsle ilgili hikayeleri kaçırıyorsun. Gerçi ara sıra bakıyorum değişen bir şey yok, hâlâ arkaya ilerlemiyor kimse. (Gülüşmeler) Fakat ben o boşluğu Mutfak ile atölyelerle dolduruyorum. Derslere gelen gençlerle o bağı sağlıyorum. Ama esas imtihan maneviyatla ilgili kısmı bence. Yani hayatın iki düzlemi var. Bir içinde olduğumuz gerçek düzlemi var, bir de hakikat düzlemi... Orada pencere açarsan, yeni bir esin kapısı açılıyor.

Sen bu pencereyi ne zaman açtın?

- “Bana Bir Şeyhler Oluyor” oyununu yazarken başladı.

"Hakikatin peşindeyim"

20 küsur yıl önceyi, ilk tanıştığımız zamanları düşünsene, BKM’nin altında bilardo oynadığımız dönemleri... Başarılı olmak, para kazanmak, sektörde var olmak çabasını... O çabayı gösterdiğin zaman o maneviyatın penceresini açmak mümkün olmuyor mu?

- Valla, benimki biraz teknik bir yerden başladı. “Bana Bir Şeyhler Oldu” oyununda yazdığım adam Allah ile konuştuğunu iddia eden bir adamdı. Araştırdım, Tanrı ile konuştuğunu iddia eden o adamlar daha önce ne konuşmuş. Ben zaten “Münaşaka” oyununu bu yüzden de yazdım. Benim için bir milattı oyun.

Şu an kendini nerede görüyorsun? Hacca gitmek, umreye gitmek... Sabahkalkıp namaz kılar mısın? Burak Özdemir’in kitabı “Levh-i Mahfuz”u uzun süre Twitter’da kapak fotoğrafı yaptın.

- Sansasyonel şeyler bekleme benden! Bende bu arayışlar “Bana Bir Şeyhler Oluyor” ile başladıysa, beni en çok etkileyen kitap da Burak Özdemir’in bahsettiğin kitabıdır. Çünkü o güne kadar gölgede kalan pek çok sorunun cevabını o kitaptan aldım. Dolayısıyla o kitabı okuyanlar tam ne demek istediğimi anlarlar.

Tanışır mısın Burak Özdemir ile?

- Evet...

Deminki sorumdan sansasyonel şeyler bekleme diyerek kaçtın...

- Çok geniş bir kavram bu... Ben bunun için koca bir oyun yazdım. Ama hakikat denen kavramla yüz yüze geldiğimi ve çok mutlu olduğumu söyleyebilirim.

Tam nerede durduğunu anlamaya çalışıyorum ama bir paragrafta özetlenemediği için sen de zorlanıyorsun...

- Evet, ama sahnede daha güzel anlatacağım sanki.

"Sinemada yeni bir sayfa açtık"

TV projeleri de çok fazla BKM’nin. Birebir ilgilenebiliyor musun?

- Onlarla ilgilenemiyorum. Necati Akpınar ilgileniyor. Bizim her şeyimiz o... “Güldür Güldür” tamamen onun projesidir.

Hiç kavga etmez misiniz?

- Hiç. Birbirimize karşı durmamız gereken yeri biliyoruz.

İkiniz de birbirinizi çok iyi tamamlıyorsunuz, o ticaret tarafında, sen yaratıcılık…

- Tabii birbirimizin alanlarıyla alakalı, birbirimize ukalalık etmiyoruz. “Necati öyle diyorsa öyledir, Yılmaz öyle diyorsa öyledir”e bağlıyoruz.

“Ekşi Elmalar”ı biyografinde nereye oturtuyorsun? Mesela “En iyi filmim” diyebilir misin? İnsan son filmi için en iyi filmim diyebilir mi?

- ‘En iyi’ tehlikeli laftır. Kıyas kaynaklı olduğu için ama umulur ki kişinin en son çektiği filmi en iyisi olsun. Dolasıyla en iyi filmim olsun diye arkadaşlarla uğraştık. Ben filmimden memnunum. Anlatmak istediğim şeyi istediğim derinlikte anlattım diye düşünüyorum. Şimdi son filmim dediğinde, sinemada teknik olarak, tecrübe olarak, görsellikle sözü birleştirdiğin noktanın hakkını vermelisin. Seyirci görünce anlayacaktır, filmin çekiminden sonraki post prodüksiyon aşamasında şaşırtıcı sonuçlar elde ettik. O yüzden sinemada yeni bir sayfa açıldığını düşünüyorum.

Bilgisayar efektleriyle mi?

- Evet... Eskiden fotoğrafçı gibi film çekerdik. Yani bir beldeye gidersin, bir mekan seçersin ve orası sana nasıl bir fotoğraf verirse sen onlara tabisindir. Şimdi ressam gibi film yapma dönemi başlıyor. Yani arkasında mavi bir perde olan bir şey ve o mavi perde sonsuz bir alan. İşte o gerçek hayal perdesi ve oraya ne istiyorsan onu koyuyorsun.

Bu boyutta yaptığın ilk post-prodüksiyon işi mi?

- Evet.

Hakkari sahneleri tamamen hayal perdesi ürünü mü?

- Orada da şimdi karışık bir proses var. O görüntüleri de çekiyorsun, başka görüntüleri onlarla birleştiriyorsun.

“Google’dan fotoğraf buldum, koydum” yok yani...

- Yok yok. “Bilgisayarda yapmışlar” diyorlar ama bir tuşa bastın, arkası dağ oldu değil. Bizim sinemamızda bu teknik imkanlar var. Sinemamızda yeni türlerin de açılmasına sebep olacak. Daha masalsı, daha fantastik... Hatta çocuğu büyüğü aynı anda içine çekecek bir sayfa açacak bu yeni teknoloji.

Var mı öyle bir projen?

- Var.

Sen mi yöneteceksin?

- Olabilir. Ama böyle bir şey açmamız lazım. Çocuklarımız ancak Amerikan filmi geldiğinde sinemaya gidiyor. Bu hoş bir şey değil. 

Yorum Yaz

Yorumunuz alındı!

Yorumunuz başarıyla kaydedilmiştir ve onaylandıktan sonra yayına alınacaktır.

İsim gerekli!

Mesajınızı yazınız!

Henüz yorum yapılmamıştır.
  Ünlülerin Afrin şehitleri için yaptığı paylaşımlar sosyal medyayı salladı
Ünlülerin Afrin şehitleri için yaptığı paylaşımlar sosyal medyayı salladı