Recep Ali AKSOYLU

KAFANIN İÇİ DAHIL YÜK TAŞIDIKÇA AĞIRLAŞIR.

10.03.2018 15:58
“Hamallığa yeni başlamıştım. Henüz tanımadığımız başka bir hamalla yola çıktık. İhtiyardı... Kendinden de büyük bir yük almıştı. Benim sırtımda ise birkaç bavul vardı sadece, onun yükünün çeyreği gibi... Diyordum ki içimden, çok gitmeden kıvrılırsa titreyen bacakları, yüklenirim ben de onun sırtındaki yükün yarısını!"

Nitekim, çok geçmeden dedi ki;
"Mola vakti. Gel biraz dinlenelim”
''Ne molası?'' dedim hayretle, ''Ben daha terlemedim bile!"
Sözüme aldırmadı. Durdu. Çöktü. Salarken yükünün ipini, "Sen de dinlen hadi" dedi.
Benim canım sıkılmıştı bu işe. Genç ve ondan kuvvetli olduğumu, bununla yola çıkmamın ne büyük hata olduğunu düşünüyordum. İhtiyar, bir bacağını azıcık uzatmış halde sessizce dinleniyorken, ben huzursuz bir şekilde oturmadan ayakta dolanıyordum.
Bir saat kadar sonra yine durdu, oturdu, dinlendi. Ben kızgınlıkla yine dolandım etrafında...
"Yükünü indirip sen de dinlen", demesine aldırmadım, hatta ona daha çok kızdım...
Sonra yine durdu ve bana dinlenmemi söyledi ama yine dinlenmedim. Yarım saat sonra
"Dinlenelim mi" diye tekrar sordu, aksi aksi başımı salladım...
Salladım, salladım ama sonrasında birden bire benim dizlerimin bağı çözüldü. Kafamın içinde uçuşan kara kara sinekler sustu, çöküp kaldım. Kayış kolumdan çıktı, sırtımdaki bavullar kaydı. Ne kadar zaman geçtiğini fark etmedim bile.
Uyumuştum da uyandım mı, yoksa bayılmıştım da ayıldım mı açıkçası anlamadım...
Baktım bizimki kendi kocaman yükünün üzerine benim bavullarımı da bağlamış. Matarasından birazcık su koyup dudağıma dayadı, içtim. Sonra koluma girerek;
"Hadi kalk” dedi. “Bana yaslan. Ağır ağır gider, bir süre sonra yine dinleniriz."
Dediğini yaptım. Omzundan güç aldım, ama asıl anlattıkları iyi geldi bana.
"Ben yılların hamalıyım” dedi. “Nice pehlivan yapılı adamlar gördüm. Çoğu, dinlenmek istemediklerinden yükleriyle birlikte kendilerini de toprağa serdi sonunda. Halbuki bir yükü ‘taşımak’ bizim işimiz, ‘altında ezilmek’ değil!.”
Soluklandıktan sonra devam etti.
“Unutma ki; bir yük taşıdıkça ağırlaşır. Aslında dinlenerek, sen yükünü hafifletiyorsun!
Belki günün birinde hamallığın şekli değişir. Bakarsın o günleri ben göremem ama sen kavuşursan o zamanlara, aman ha, kafanın içinde de sakin yük taşıma... Kafanın içindeki yükü akşamları at ve hafifle... Sabah dinlenmiş olarak yeniden tekrar taşırsın yükünü…
Bizim işimiz, bugünü yarına taşımak, bugünün altında yok olmak değil. Çünkü, hem yarınlarda bizi bekleyenler var, hem de taşıdıklarımızı bekleyenler var. “
Aktardığım hikayeyi yıllar önce reiki uzmanı bir dostumdan dinlemiştim. Aklımda kaldığı kadarıyla düzenledim. Özü, “kafanın içinde yükün mütemadiyen taşınmaması, adım adım sonuca gidilmesi gerektiği”. Ama herkes kendi düş gücüne bağlı olarak farklı anlamlar yükleyebilir. Ben de olabilecek farklı anlamları kaleme almak yerine, dün bir arazi keşfi için Rize Çamlıhemşin İlçesi Marselevat Vadisinde Kaçkar Dağlarının eteklerinde ki Kamparona mevkiine çıkarken ki izlediğimiz güzergahı anımsayarak ta 1981'den bir günümü paylaşmak, herkesin kendi penceresinden anlamlandırmasını istedim.

Her dağ silsilesi için geçerlidir ama Karadeniz yaylaları, dağları daha bir inişli, çıkışlı, dik yokuşludur. Hatta bu yüzden yüzölçümü olarak en küçük iller arasında olsa da, eğer ütüleyebilmek mümkün olsaydı, Konya kadar büyük yüzölçümlü il olurdu Rize denir. Nitekim dün Koç Düzü Yaylası yol ayrımından sonra yerel arkadaş gideceğimiz yer şu karşıda gözüken düzlük der. Demesine dedi ama kuş bakışı oldukça kısa gözükse de arada derin vadiler var. Bu yüzden şöyle inip şip diye çıksak 10-15 dakika sürmez diyemiyoruz maalesef. Üstelik altımızda, hikayede ki genç hamal gibi kuvvetli arazı aracı olmasına rağmen. Hedefe biraz geç gibi götürecek olsa da, izlememiz gereken doğru rotayı kullanıyoruz.
Biliyoruz ki, biraz geç kalmak hedefe hiç varamamaktan çok daha tez zamandır.
Koca lokmayı bütünüyle yutmaya kalkmak yerine ısırmak aç kalmamaktır.
Özeti büyük kütleyi, büyük ve de çok sıkıntıyı birden aşmaya çalışmak büyük olasılıkla altında ezilmemizle sonuçlanabilecekken plan, program dahilinde daha başlangıçta aklı selimle hedefleri tek tek belirleyip yol alırsak sonuca varabiliyoruz.
Geleyim 1981’den aklıma düşen güne.
Daha sonra uzun yıllar Dağcılık Federasyonu Başkanlığı da yapan Üniversite’nin (Atatürk) Spor Müdürü Alaeddin Karaca’nin liderliğinde, o dönem üniversitenin mediko sosyal birimi Müdürü iken şimdi Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi'nde Fen-Edebiyat Fakültesi Dekanı olan Prof Dr. Metin Karadağ ile öğrenci ve öğretim üyelerinden oluşan bir ekiple Palandöken zirveye kar tırmanışı yapacağız.
Alaeddin hocanın tırmanma başlangıcında ki gruba konuşması buradaki hikayenin ta kendisi…
“Ekip başı; grubun ve yolculuğun bütününü düşünerek tempoyu ayarlar. Grupta yürüme sıranızı bozmadan ekip başının temposunda tırmanacağız ve baklava dilimi gibi çapraz zig-zaglar çizerek yürüyeceğiz. Yani, öyle karşıda gördüğümüz tepeye, kestirmeden, bodoslamadan bir an önce varmaya çalışmayacağız. Kestirme diye sapacağın güzergah güvenli olmayacağı gibi, biraz ilerledikten sonra geçit vermez bir pozisyona da dönüşüp, yolun büsbütün uzamasına neden olabilir. Hatta hedefe varamamak bir yana kaybolabilirsiniz de... Ve de soluğunuzun kesilmemesi için sindire sindire yürüyeceğiz."
Alaeddin hocanın dediklerine ben de harfiyen uydum, kapasitem var diye tempomu ekipten farklılaştırmadığımdan hikayedeki gencin akıbetine benzer bir durum yaşamadım. Grubun fotoğrafçısı olarak, halata bağlı halde ‘ejder tepesi’ inişi dahil ilk zirve tırmanışımı başarıyla tamamladım.
İşte bu yüzden hikayede ki Bilge Hamalın dedikleri de bana ilk zirve tırmanış günümden aklımda kalan kurallı, hedef tayınlı, sindire sindire adım atmanın, bazen kulağın memesini ters taraftan tutmanın doğruluğunu anımsattı.
Son söz de, “bir yerlere gelmek için bir yerlerde olmak gerek” olsun.
Recep Ali Aksoylu / Rize / 9 Mart 2018

Yorum Yaz

Yorumunuz alındı!

Yorumunuz başarıyla kaydedilmiştir ve onaylandıktan sonra yayına alınacaktır.

İsim gerekli!

Mesajınızı yazınız!

Henüz yorum yapılmamıştır.